Tarihin Öteki Yüzü - 129. Bölüm
"Sezar'ın hakkı Sezar'a, Tanrı'nın hakkı Tanrı'ya"
“Tanrı-Kral” anlayışının “Tanrı’nın oğlu-Kral” anlayışına evrilmesi çok uzun zaman almıştı. Hıristiyanlığın doğuşuyla çağdaş olan Roma İmparatorluğu ise, çok tanrılı (Pagan) bir devletti ve herkes istediği tanrıya inanıyordu ve devlet işleyişinde herhangi bir din esas alınmıyordu. Yani Roma ‘seküler’ (dünyevi) bir devletti. Ama Hıristiyanlığın yayılmasıyla birlikte bu durum değişti. Nitekim Laikliğin ilk işareti sayılan Matta İncili’ndeki “Kayzer’in şeylerini Kayzer’e ve Tanrı’nın şeylerini Tanrı’ya ödeyin” ya da Türkçeye geçtiği şekliyle “Sezar’ın hakkını Sezar’a, Tanrı’nın hakkını Tanrı’ya verin” ayeti Roma’da Neron döneminde, Hıristiyanlığa yönelik ağır baskılar sonucu ortaya çıkmıştı. Hıristiyan-Katolik doktrinine göre, dünya Adem’le Havva’nın cennetten kovulmasından bu yana Civitas Dei (“Tanrı Sitesi/Devleti’) ve Civitas Terrara (Yeryüzü Sitesi/Devleti) olarak ikiye ayrılıyordu. Katolik Kilisesi ise, Yeryüzü Devleti’ndeki Tanrı Devleti’nin temsilcisiydi. Devletle Kilise arasındaki gerilimi ilk çözen, daha sonra Bizans adını alacak olan Doğu Roma İmparatorluğu’nun başı I. Consantinus’un 313 tarihinde yayımladığı ‘Milano Fermanı’ oldu. Bu fermanla Hıristiyanlık resmen tanındı ve din özgürlüğü güvenceye alındı. Bunun karşılığında da Kilise, Constantinus’u ödüllere, iltifatlara boğdu. Bu süreç Doğu’da Büyük Theodosius ve Batı’da Gratianus tarafından bir adım daha ileri götürülerek Hıristiyanlık, “Resmi Din”; Katolik Kilisesi, “Devlet Kilisesi” ilan edildi.